29 Ekim 2009 Perşembe

CUMHURİYET

Kula kulluk yok senin törende ve dininde
Türk'te hürriyet ruhu asırlarca derinde
Ben Türküm diye haykır,büyük olan millettir
Cumhuriyet fazilet,Cumhuriyet nimettir.

28 Ekim 2009 Çarşamba

DOSTLUK


Dostluk kavramının anlamını unuttuğum eşimin kanserle mücadele ettiği benim en çaresiz kaldığım bir zamanda sanal alemde öyle insanlar tanıdım ki gerçek yaşamdaki sanal karekterli insanlardan çok daha iyiydiler.

karşındaki insanı tanıyabilirsen ona güvenebilirsen ve güven verebilirsen ve onu sevebilirsen dürüst olursa insan sadece sanal ortamda değil her zaman her yerde dost edinebilir.

Ben sanal alemde birçok dostumun olduğunu biliyorum.

onları gerçekten çok seviyorum...

Birbirimizi görmeden, tanımadan ve sadece "hissederek" yürüttüğümüz dostluk ilişkisi yaşamımızdaki diğer ilişkilerden çok farklı gelişiyor..

Gerçek yaşamda önce fizikleriyle, giyim kuşamlarıyla, sonra da fikirleriyle ve yaşam görüşleriyle, zihinleriyle tanışırız insanların..

Oysa burada, sanal ortamda, önce fikirler ve görüşler ön plandadır, birbirimizi zihinlerimizle tanırız, severiz (ya da sevmeyiz) ve bazen de tanımak isteriz, görüşür tanışırız....

Değer verir, dost oluruz..

Karşımızdakinin dürüstlüğü veya bizimki, bir şekilde kafamızda hep dürüstlüğü sorgularız, güvenmek isteriz yazılana, dostlarımıza....

Bu sıralarda blog sayfaları mahalle ortamına döndü sana canım diyen arkandan türlü entirikalar basit dedikodularla bu güzellikleri kirletiyorlar buda benim canımı oldukça sıkıyor

Hiç kimse yalanı sürekli sürdürecek kadar zeki değildir...

Ve hiç kimse de bu yalanlara sonsuza kadar inanacak kadar saf değil...

Sağlığımız yerinde veya değil ise...

Eksiklerimiz varsa...

Paramız olsa veya olmasa...

Ne fark eder dostluk adına..

Yalanların esiri olarak yaşamak ve bir gün her şeyden kaçmaktansa, dürüst olmayı denesek dostlarımıza ve kendimize...

Yarattığımız dünyanın birgün başımıza çökmesindense....

Daha kötüsü, bir başkasının dünyasını yıkmaktansa....

"Tıpkı okyanusun sahilinde durmadan kumdan kaleler yapan ve sonra da bir vuruşta gülerek yıkıveren çocuklar gibi.

Oysa sizler kumdan kaleler yaptıkça okyanus sahile daha çok kum yığmaktadır.

Ve yaptığınız kaleleri yıktıkça okyanus sizlere gülmektedir..."

Kendine mükemmel bir kişilik yaratmak çok kolay..

Zor olan,olduğunu dürüstçe olabilmek.....

En acı gerçeğin bile en güzel yalandan üstün olduğunu hatırla....

Dürüstlük temelinde oturan dostlukların daha değerli ve uzun ömürlü olacağını ta içinde biliyorsun...

Unutma, uzun vadede dürüstlük her zaman galip gelecektir...

Kendini zor olsa da, acı olsa da, kabullen...

Çünkü sen biriciksin, çok değerlisin.

Sonradan acısını çekeceğin hayalleri yaratma..

Karşındakine güvenmek istiyorsan, dürüstlük arıyorsan, önce kendini güvenilir kılmalısın. Bunun da yolu bir; acı da olsa, zor da gelse kendinle tanış ve bize seni sun..

Çünkü biz birbirimizi seviyoruz, klavyenin tuşlarındakini sahte dostu değil, sadece içten ve samimi olan sevilir.

Sizleri tanıdığım için ben çok mutluyum.

Bu aralar yaşadığım olaylar beni oldukça üzdü.

Burası temiz bir ortam mahalleye cevirildi bu beni çok huzursuz etti.

Burada güzel arkadaşlıklarımız paylaşımlarımız var pc acınca gelen yorumlar mesajlar selamlar bize mutluluk veriyor.

Sanalda olsa yüzlerimizi göremesekte o kadar güzel bir duygu ki.

Akşam yorgun işten gelmişim bakıyorum dostlarım gelmiş aramış sormuş nasıl mutlu olurum bilemessiniz.

Sanalda olsa arkadaşlık yüce bir duygu dostluk kolay kurulmuyor.

ARKADAŞLIK DOSTLUKLARIMIZI GÜVENLE DÜRÜSTCE İNŞA EDELİM SAĞLAM TEMELLERLE..

Sanal dünyanın en güzel yanı bu olsa gerek...

Sanki hergün yüzyüze aynı ortamı paylaşırcasına yaşanan samimiyet, tek kelimeyle harika. Buluşmamızda bedenlerimiz değil, yüreklerimiz buluşyor.

Dertler paylaşılıyor en güzel duygular yaşanıyor saf ve temiz.

Hüzünü mutluluğu yaşıyoruz.

bazen güzel bir yemek bazen içli bir şiir bazende hayatımızdan kesitler.

oldugumuz gibi görünelim arkadaşlar yada göründüğümüz gibi olalım

ben hepinizi seviyorum kocaman SEVGİLER

27 Ekim 2009 Salı

Çok yüzlüler çoğalınca İki yüzlüler bile aranır oldu

İkiyüzlülükten nefret ettiği bilinen Mehmed Âkif Ersoy bir gün dostlarına şöyle yakınır:
"İkiyüzlüleri sever oldum, çünkü yaşadıkça yirmi yüzlü insanlar görmeye başladım."
Mehmet Akif'in bu ifadesi artık neredeyse hepimizin toplum içinde yaşadığı bir hali almıştır.
Gün geçtikçe toplumdaki ahlaki çözülme hızlanmaktadır.
Çok yüzlü insanların münafıklığı, fitnesi topluma kötü örnek olmaları ve verdikleri zararlar, topluma dışarıdan verilen zararlardan daha büyüktür.
İkiyüzlüler ve çok yüzlüler toplum için şirret tiplerdir.
Onların bulunduğu ve bulaştığı yerlerin, güvenin zedelendiği, şüphenin arttığı, fitnenin filizlendiği ortamlara dönüşmesi kaçınılmazdır.
İkiyüzlü ve çok yüzlülerle çıkılan her yolda ihanetle karşı karşıya kalmak kaçınılmaz bir sonuçtur.

Kimin yanında, kimin karşısında oldukları belli olmayan çok yüzlüler, her yerde, herkesle görünebilme yeteneğine sahiptirler.
Senin yanında onlara, onların yanında sana düşmandır. Besin kaynakları dedikodu ve fitnedir.
Adamlar tanıyorsun sabah başka maske, öğlen başka maske, akşam başka maske kullanıyor…
Kişiye göre, ortama göre, zamana göre karakteri, kişiliği ve davranışları değişiyor.
İkiyüzlüleri bile aratan bu çok yüzlüler kendi menfaatlerini koruma konusunda çok azimli ve cesurdur.
Tutarsızlık, çelişki, yalan, iftira, inkâr ikiyüzlülerin ve çok yüzlülerin en çok başvurduğu silahtır.
Allah bunlar karşısında karakterli ve şahsiyetli herkese güç ve irade versin…
Mehmet Akif'in "İkiyüzlüleri sever oldum, çünkü yaşadıkça yirmi yüzlü insanlar görmeye başladım." sözü acı bir serzeniştir.
İkiyüzlüleri sevmek adına değil, çok yüzlülerin artışını göstermek adına söylenmiş bir sözdür.
Ne ikiyüzlüleri sevelim, ne de çok yüzlülere prim tanıyalım…
Onların o arlanmaz maskeli suratları tükürülmekten başka hiç birşeyi hak etmemektedir.
ama bu son zamanlarda insanlarda karanlık yön biraz daha fazlalaştı
gerçi hernekadar kendilerini gizleselerde farklı maskeler taksalarda kendilerini ele veriyorlar
biz tanımıyormuş gibi yapmaya devam etsek yüz karasını yüzüne vurmayın diyor yaradan bu hallerin hesabının görüldüğü yer yakındır diyelim biz
yüzsüzlere görgüsüzlere yüreksizlere allah islah etsin demekten başka bir seçeneğimiz yok

26 Ekim 2009 Pazartesi

DUA

KIRK MEVLÜTÜ YAPTIK
Misafirlerimize tavuklu pilav yogurt ve limonata ikram ettik pilavı herkes bilir yogurt zaten hazır ben limonata tarifi vermek istiyorum fatma usulu bakalım nasıl olurmuş.
LİMONATA:
6 adet limon
3 adet portakal
1 yemek kaşığı toz limon suyu
3 bardak şeker
3 lt su
Yapılışı:
Limon ve portakallar yıkandıktan sonra rendenin ince tarafıyla beyaz kabukları gelmeyecek şekilde rendelenir(beyaz kabuk karışırsa acımsı bir tad olur)
içersine şekeride koyup 2 bardak kadar sıcak su koyup bekletilir yada zamanınız varsa şeker eriyene kadar elle ovulur benim gibi aceleniz varsada ocakta şeker eriyene kadar tutabilirsiniz.
kabukları rendelenen portakal ve limonların suyu sıkılır soğuyan kabuk şeker karışımına limon tuzuyla beraber karıştırılır tülbetten veya ince süzgüden süzüp derin bir kaba karıştırılır kalan suyla 2 saat kadar bekletilip soğuk olarak üzerine kabukları soyulmuş kavrulmuş badem veya fıstık koyup afiyetle içilir.

Zeynebimiz 33 günlük oldu biz kırkının çıkmasını bekleyemedik kırk mevlüdü düzenledik. Rahmetli eşimide vefat yıldönümü de yaklaştığı için her ikisini de aynı günde anmış olduk.
Şimdi adettenmiş birde mevlüt kıyafeti olurmuş kızlara gelinlik erkeklere damatlık bunuda öğrendik.
Zeynebim beyazlar içinde elden ele gezdi.
Teyzeleri çatık kaşlarını gamzelerini annaesine benzettiler ehhhh bende şiştim hani gerci babaanne biraz somurttu ama valla hiç birşey tadımı kaçırmadı.
Kendi çocuklarımda görmedim ben herşeyi zeyneple öğreniyor yeniden sindire sindire yaşıyorum.
Hani derlereya keller sağırlar birbirini ağırlar fazlada kimse yoktu iş arkadaşlarım geldi
10 kişi kadarıdık.
Komşu teyzeleride çağırdık ama gelmediler olsun biz bize yettik varsın halasıda gelmesin nolacakki.
Yasin_i_şerif okuduk cevşen hatmi yaptık fetih okuyup dualar ettik ilahiler söylendi bütün ölmüşlerimize hastaların sağlık bulması için darda kalanlara dua ettik
evsizlere ev işsizlere iş diledik en önemliside sağlık diledik
blogcu teyzeleri amcalarıda unutmadık bizleri yalnız bırakmadıkları sevincimize hüznümüze ortak oldukaları için onlarıda dualarımızda bolca andık.
Zeynebin ve tüm evlatlarımızın anasına babasına vatanına hayırlı evlat olmasını diledik

Benim canım kuzum Gamze ve kuzusu Zeynep bebek

ALLAH!hım
Beni,yavrularımı.
Bütün sevdiklerimi ve alem-i müslimi
Koru, bağışla, huzuruna kabul et
Firdevs-i Ala’da en güzel mekanlarını bize lutfet
Efendimiz(sav)’e bizleri komşu eyle
Komşuların en güzelinin ümmetine bizi layık kıl
kuşkusuz ki Sen hayr içeren duaları geri çevirmezsin…
Ne kadar günahkar da olsak
Bize ne kadar da kırılmış olsan
Biliriz ki Sen kulundan yüz çevirmezsin
Sana bir gelene,
Sen on gelirsin
Sana koşmayı bize nasib eyle
Ölümüşlerimize rahmet eyle
sen sıkıntılarımızı bilensin yol göster yardım et yarabbi
sen yanlış kararlar almama izin verme
Beni bir nefes alıp verinceye kadarda olsa nefsimle başbaşa bırakma
Alnınım secdadeyle her buluştuğunda ettiğim dualarımı gönlümden gecenlerim hayırlısını nasip eyle yarabbi
Amin
Ve’lhamdulillahi Rabbi’l Alemin
El Fatiha

21 Ekim 2009 Çarşamba

Yaşamak bumu

İnsan bir çıkmaza girmeye görsün
Bütün yollar kapanınca
Gündüzü geceye döner
Acıdır sadece duyulan
Yaşamakmı
Anlamını yitirmiştir
Çareler bitmiş,yollar kapanmışsa
Deyerini kaybedmişse yaşananlar
Bir çaresizlik sararmışsa dörtbir yanını
Gündüzün bile karanlıksa
Yüreğindeki isyana engel olamıyorsan
Hep acılar yaşamışsan güzellikler yerine
Ölümü kurtuluş gibi görür
Hayata yorgun bakan gözlerin
Bir çaresizlik sarmışki amansız
Yitirmişsindir umutlarını bir bir
Boşuna beklemek sabahı
Kaybetmişsin neyin varsa anla artık
Yalnız başına kalan sensin kalabalıklar ortasında
Hayallerin bitmiş gönlün kırılmış
Gecmişin acılarla dolu yarınların karanlık
Yapayalnızsın koca bir şehirde
Yitirmişsin umutlarını
Güdüzün gece gecen zindan doğmayacak güneş beklesende
Yıkılmışsın bitmişsin caresizlik sarmış bedenini
Özlediğin beklediğin yok yok yanında
Öyle bir dibe vurmuşsunki
Artık güneş doğarmı senin için
Çıkarmısın aydınlıklara onu bilmiyorum
Ağrıdan sol yanım tutulmuş
Sadece içim acıyor kapanmayan yaram kanıyor
Canım acıyor gülmeği unutan gözlerim karanlıkta bir ışık arıyor
fatma

19 Ekim 2009 Pazartesi

Çocuklarımızın maneviyatını artırmak.

Fitnenin yağmurlar gibi evlerimizin içine ve yaşadığımız topluma yağdığı şu ahir zamanda, unuttuğumuz, önemsemediğimiz belki de ihmal ettiğimiz önemli bir konu çocuklarımızın maneviyatı.
Her gün inanılmaz olaylar duyuyoruz; küçük yaşta ki çocukların karıştığı akıl almaz olaylar, akla hayale gelmeyen çeşitli cinayetler, anne babaların evlatlarına, evlatların ise anne babalarına yaptığı türlü zulümler, akıl sahibi her insanın kendisine dönüp bazı sorular sormasını gerekli kılıyor;
1-Acaba çocuğumun maneviyatına ne kadar önem veriyorum?
2-Çocuğum Allah ve Resul’ünü ne kadar tanıyor?
3-Ona yaratılış, varoluş sebebini anlatıyor muyum?
Çocuklarımız bize verilmiş en güzel emanetler. Bizlerde anne ve baba olarak kutlu ve onurlu bir misyonu yüklendik. Hepimiz yavrularımızı en güzel şekilde hayata hazırlamak istiyoruz. Fakat çoğumuz bu hazırlık esnasında bazı ve belki en büyük yerleri boş bırakıyoruz. Okullarda yeteri kadar din ve manevi eğitimi alamayan evlatlarımız eğer ailede de gerekli bilgileri almıyor ve bu bilinçle yetişmiyorsa, hayatının her anında yanlışlar yapabilen bunalımlı insanlar olabiliyorlar….
Şarkıcıların ismini eksiksiz bilen çocuklara nedense onu yaratan Allah’ın isimleri öğretilmiyor. At yarışına sokulur gibi canhıraş sınavlara hazırlanan çocuklar büyük mahşer sınavına hazırlanmıyor. En güzel yemekleri yapıp midelerini doyurduğumuz yavrularımızın ne yazık ki ruhları aç kalıyor. Ve böyle büyük bir boşlukla büyüyen bu çocuklar ne kadar tahsilde yapsa eksik kalıyor….
NE YAPABİLİRİZ?
Eğer henüz çocuğumuz yoksa evvela kendimizi yetiştirelim. Eksiklerimizi fark edip onarma yoluna gidelim. Namaz kılmıyorsak acilen başlayalım. Kur-an’ın orijinalinin yanında mutlaka mealini de okuyalım. Özellikle kadınlar için Nisa ve Nur surelerini okuyup anlamaya ve yaşamaya çalışalım.
Eğer hamileysek; içimizde taşıdığımız o büyük mucizeyi unutmadan, secdelerimize devam edelim. Sesli olarak Kur’an okuyup dinleyelim. Yaptığımız her davranışın çocuğumuza yansıyacağını unutmayalım.
Çocuğumuz doğduğundan itibaren bütün bebekliği boyunca onu Allah’ın isimleriyle uyutalım.
Anlamaya başladığı 2-3 yaşından itibaren gördüğü, eline aldığı her şeyde ona Allah’ı hatırlatalım. Hatırlatmak için bahaneler arayalım.
”Bu elma ne kadar güzel ve lezzetli değil mi? Allah bu elmayı yaratmasaydı nereden bulurduk? “
“Gözlerin ne kadar güzel, Allah bize gözlerimizi vermeseydi nasıl görebilirdik?”
Her yemeğe oturduğumuzda “Allah’ım sen ne kadar büyüksün. Bize çok nimetler verdin. Sana sonsuz şükürler olsun Rabbim” diyerek çocuğun kalbindeki Allah sevgisini pekiştirebiliriz.
Bazı sünnetleri uygulayarak:”Biliyor musun bunu bize peygamberimiz öğretti. Ben onu çok seviyorum, çünkü O da bizi çok seviyor” gibi. Örnekleri çoğaltmak mümkün.
Yatağa yatırdığınız zaman felak , nas ve ayet-el kursî gibi koruyucu ayetleri sesli olarak okuyabiliriz.Okula giderken yine bu duaları mutlaka okumalı ve onlara da öğreterek okumalarını sağlamalıyız.Her şeye rağmen kadere engel olamayacağımızı,başımıza gelen kötü hallerinde bizler için bir imtihan olduğunu öğretmeliyiz.
Bizler kul bir peygamberin ümmetiyiz. Seyyid Kutub’un dediği gibi ;”O bugün yaşasaydı doktorlar, eğitimciler, filozoflar ona danışırdı.” Onu dünya gözüyle göremesek de, büyük bir mucize olarak hayatımıza yön veren öğretileri ve hadisi şerifleri bizlere yol gösteriyor. Kabul olunması mutlak bir duayı bizler için saklayan o büyük öndere ümmet olabilme gayreti içinde olmalıyız…
Hem insani hem İslami bir hayat yaşamak inanın zor değil. İslam zorluk değil, incelik dinidir. Çocuklarımızda bizler için güzel bir nimet ve sermayedir ve her çocuğun Allah’ı peygamberini ve dinini öğrenmeye hakkı vardır. Onların cehennem yakıtı değil, cennet bahçesinin gülleri ve yeryüzünün değerli şahsiyetleri olması için bir an evvel gayretlerimizi artıralım…
bu yazıyı (tatesal)arkadaşım (cahide sultan) arkadaşımızın sayfasından taşımış bende paylaşmak istedim alınacak çok dersler var sizcede öyle değilmi?

18 Ekim 2009 Pazar

PAŞAMIN DOĞUM GÜNÜ

Bu gün paşamın doğum günü dayı olarak ilk kutladığı doğum günü ona süpriz yapıp zeyneb'in ağzından kutlama yaptık..
18 Ekim 1984
Bir Perşembe günü dünyaya geldin
Canım oğlum paşam iyiki doğdun iyiki varsın .
Yolun bahtın acık olsun.Doğduğun gün bulutları yırtarak, bir güneş gibi etrafına aydınlık saçarak girdin hayatımıza. Hep sevgiyle yaşa! Nice yaşlara canım oğlum...
Bugün doğum günün olduğu için farklı ve özel olduğunu mu sanıyorsun sen? Oysa sen benim için sadece bugün değil her gün farklı ve özelsin. İyi ki varsın paşam.
Sana verilecek en güzel hediye minik zeynebimizdir diye düşündük
alacağın en güzel hediye zeynepden başka ne olabilirdiki
sen içindeki mutluluğu yüreğindeki sevdayı
yüzündeki gülümsemeği sakın kaybetme
hüzünlerin ve acıların daha fazlası gelse de
yaşadıklarına inat
Seni seven birinin olduğunu hatırlayıp
gülümse olmaz mı?
Çünkü doğduğun gün bugün
doğum günün senin bir tanecik paşam

14 Ekim 2009 Çarşamba

Ben buyum işte (mimlenmişim)

Sevgili arkadaşım http://tasarimmekani.blogspot.com/medinem beni minlemiş kendisine çok teşekkür ediyorum elimden geldiğince cevablamaya çalışayım

soru 1-En sevdiğiniz 3 çiçek ismi?
1-En çok gülü severim en başta sonra kır çiçeklerini vede nergis mis gibi kokusuna bayılırım.


soru 2-Gerçekleşmesini istediğiniz 3 hayaliniz?
2-Benim için çok uzak bir hayal olsada küçücükte olsa kendime ait bir evim olsun isterim.2.Emekli olmak en büyük hayalim ALLAH kısmet ederse 2 senem var.3.olarakda emekli olup oğlumu evlendirip kendi başıma gönlümce gönül dostlarımı ziyaret etmek istiyorum inşallah.


soru 3-En sevdiğiniz ve en sevmediğiniz 3 huyunuz?
3-En sediğim huyum çok kanatkarımdır hiç bir zaman elimde olmayanın hayalini kurmam elimde olanla yetinirim.
Çok dobracıyımdır iyi veya kötü neyse direk söylerim gözümden bir şey kaçmaz hak edene hak ettiği şekilde layıkıyla davranırım.
Hiç kin tutamam ne kadar kızsam kırılsamda bir tebessüm bile etseler hemen bulutları dağıtıveririm
En sevmediğim huyumda çok duygusalımdır çabuk kırılırım
Çok sabırsız aceleciğim beklemeği hiç sevmem benimle olan herkes dakik olmalı buda çogu zaman olmuyo özellikle paşam çok rahat her zaman bu konuda çatışıyoruz.


soru 4- en çok hoşlanmadığınız 3 hareket;

4-En çok hoşlanmadığım hareket kendime aid özel eşyalarımın başkası tarafından kullanılması özellikle yastığımı kimsenin kullanmasını istemem.
otobüste yüksek sesle konuşanlardan rahatsız olurum onların muhabbetine dinlemek zorunda kalmak çok rahatsız eder beni çogu zamanda müdahale ederim sessiz konuşun diye.
kesinlikle yalakalık yapanlara taviz vermem hiç kimse bana yağ cekerek iş yaptıramaz.


soru 5-Bu benim bu güne kadar olan en kara günümdü,dünya başıma yıkıldı ve bir daha ayağa kalkamam diye düşündügünüz olay?

5-Canım arkadaşım bu soruya cevab yazmak oldukca zor geldi bana artık kimseği üzmek istemiyorum ama mademki bu mimin amacı birbirimizi tanımak Beni bu güne kadar en çok etkileyen olay değil olaylar var.
Bir insanın ölümünü beklemek istemek kadar kara gün olamaz .
ALLAH kimseği caresiz koymasın dertlerde sevinçlerde bizim için benim imtihanım bu değip dostlarla avunup yaramı kabuk tutturmaya çalışıyorum blog dostluğu bir bambaşka hiç tanımadan yüzünü bile hayal edemediğimiz can dostlarım sayesinde ayaktayım hüzünleri sevince dönüştürüp karanlığa bir mum yakıp yönümü bulmaya çalışıyorum ALLAH.c.c tüm ölmüşlerimize başta anneciğine rahmet eylesin mekanları cennet olsun hastalarada şifalar dilerim çok teşekkür ederim arkadaşım
Ben her mime cevab veririmde kimseği mimlemem genelde ama bu sefer bende mimlemek istiyorum cevablarsanız sevinirim yazmazsanızda kırılmam canlarım
http://grihayatveben.blogspot.com/
http://sadeceyemek.blogspot.com/
arkadaşlarımı mim liyorum

10 Ekim 2009 Cumartesi

KÜÇÜK MUTLULUKLAR

Havaların bir sıcak bir serin gittiği şu sonbahar mevsiminden bende nasibimi aldım üstüne birde acık pencerenin önünde uyuyup kalınca yetmedi birde buzluktan su içince eee bende takat halde kalmadı kendi evim kızın evi torun bakımı iş yeri derken faranjit artı grib oldum.Bu kışdan beri hiç hasta olmadım diye sevinirken kendi kendime nazar değdirdim valla....
Bi baktım hastalıktır zeyneptir derken blogdan uzak kalmışım çok şükür bugün daha iyiydim dr gittim 3 gün istirahat verdi ama ne mümkün vazife herşeyden üstün geliyo mutfağım kuzucuklarım fatma teyzeleri olmadan ne yapacak halsiz takatsiz öksüre hapşıra idare ediyorum kaç gündür işin en kötüsüde zeynebimi koklayamıyorum onada bulaşır korkusuyla karşıdan bile sevenmedim kaç gündür.
Ada cayı içmektende fenalık geldi.
bu gün daha iyiydim kahvaltıda öğrencilere şöyleee güzelce tabaklar hazırladım yetmedi birde öğleden sonra çay saatine ikramlar yaptım
Öyle 3,5 kişilik değil 60 kişilik felandı tabiki çeşitler isteğe göre oldu bir gurub makarna salatası diyeri patates salatası isterken bir kısmıda kısır istedi bu günüde böyle atlattık
Tabaklara koymadan oldugu gibi getirdim istediğiniz kadar alasınız diye ben bol bol teşekkür aldım yorgunluğum hastalığımı unuttum insanları mutlu etmek ne güzel bir duygu işte kısa günün karı bu oluyo
Diyer insanları mutlu etmek bana mutluluk veriyor çok zorda değil aslında bir domatesi bile tabaga alırken birazcık özen göstermek karşımızdaki insana verdiğimiz deyeri yansıtıyor.

Yaptıklarım ahım şahım şeyler değildi ama birazcık özenle özel kılmak zor değil . Küçük şeylerle mutlu olmak ne güzeldir. Bazen bir selam bile yeterlidir. Saygılar selamlar


9 Ekim 2009 Cuma

s.a

Ey Kapıları Açan ALLAH’IM
Bize Kapıların En Hayırlısını Aç
Ey Halden Hale Çeviren RABB’İM
Halimizi En Güzel Hale Çevir
Ey Kalpleri Döndüren ALLAH’IM
Kalplerimizi Dinin Ve Taatin Üzere Sabit Kıl
Müslüman Kardeşlerimize Zaferler Nasip Eyle
Zulmeden Kullarınıda Kaffar isminle Kahreyle…
Şu Mübarek Cuma Gününün Hürmetine

5 Ekim 2009 Pazartesi

Bir müddet zeytin yiyecez..


Arkadaşlar biraz uzun ama her satırı için inanın değer. Kolay kolay etkisinden kurtulamayacak bana hak vereceksiniz.ben bu yazıyı okuyunca kendimi tutamadım böyle insanlar varmı hala çalışanın hakkının verilmediği bir zamanda ,komşuda var bende niye yok diye evin huzurunu kacıran eşler,varken iyi yoken kolaya kacanlar sıkınya düşünce sapıtanlar,bir onları düşündüm birde bu yazıdaki muhterem insanı gercekten yaşanmış bir hikayemi bilmiyorum ama ben yaşandıgına kanaat getirdim dualarımı gönderdim ALLAH hakkıyla ibadet eden inancında samimi olan hakka hukuka uyan mazlumu ezmeyen kullardan ayırmasınÇOK GÜZEL İBRETLİK BİR HİKAYE KİPRİKLERİNİZ ISLANABİLİR AMA LÜTFEN SONUNA KADAR OKUYUN


Kendisini karşılayan sekretere;
Nazif Beyle görüşmek istediğini söyledi. Bunun üzerine sekreter birden ciddileşti:
"Nazif Bey mi?" dedi. "Evet, Nazif Bey!"
diye cevap alınca, hüzünlü bir ses tonuyla
"Nazif Bey sizlere ömür efendim, onu kaybedeli dört yıl oldu." dedi.
Hiç beklemediği bu haberle bir acı saplandı yüreğine.
"Ya, öyle mi...?" diyebildi sadece.
Hicranlı bir suskunlukla bir müddet öylece kalakaldı.
Gözlerine hücum eden yaşlar yanaklarından süzülüp göğsüne damladı.
Kendisini toparlayıp"Onun adına görüşebileceğim bir yakını var mı acaba?" diye sordu.
"Evet var, oğlu Selim Bey....". Titrek bir sesle "Öyleyse Selim Beyle görüşebilir miyim?" dedi. Görevli hanım, insanda saygı uyandıran bu kibar beyefendiye, "Selim Bey oldukça meşgul bir insan, randevusuz görüşmek pek mümkün olmuyor; ama ben yine de kendisine bir haber vereyim." dedi ve telefona yöneldi..
Sonra "Kim diyelim efendim?" diye sordu.
"Kendimi ona ben tanıtmak istiyorum kızım." cevabı üzerine sekreter dahili telefonu çevirdi. Daha sonra mütebessim bir çehreyle, "Selim Bey sizinle görüşmeyi kabul etti, lütfen beni takip edin." dedi.
Beraber merdivenden çıktılar. İnce bir zevkle döşenmiş geniş bir salondan geçip büyük bir kapının önünde durdular, sekreter kapıyı açarak, 'Buyurun!' dedi.
O da içeri girdi. Kendisini ayakta bekleyen vakur ve mütebessim gence doğru hızlı adımlarla yürüdü, elini uzatarak, "Merhaba, ben Prof. Dr. Mehmet Baydemir." dedi.
"Bendeniz de Selim Cebeci... Lütfen buyurun, oturun." dedi, genç iş adamı.
Mehmet Bey, kendisine gösterilen yere oturur oturmaz:
"Yirmi üç yıl, tam yirmi üç yıl...
Vaktiyle bana burs verip okumama vesile olan insanın elini öpmek için bu ânı bekledim." dedi ve dudakları titredi, gözleri doldu.
"Ama o büyük insanın elini öpmek nasip değilmiş, bunun için ne kadar üzgünüm anlatamam." Yaşarmış gözlerini kuruladıktan sonra Selim Beye döndü:
"Fakat en azından o büyük insanın mahdumunun elini sıkmaktan da bahtiyarım.
" Misafirin bu sözleri üzerine Selim Bey yerinden fırladı, kulaklarına inanamıyordu.
Kelimelerinin her biri birer hayret nidâsı gibi dizildi cümlelerine:
"Mehmet Baydemir demiştiniz değil mi, Tosyalı Mehmet Baydemir mi?
" Profesör, delikanlının bu heyecanlı haline bir anlam veremeyerek başıyla "Evet" dedi.
Bunun üzerine Selim Beyin gözleri sevinçle parladı.
"Babamla sizi uzun yıllar aradık; ama bulamadık.
" dedi.
Profesörün yanına gelerek iki eliyle elini tuttu, candan bir dost gibi sıktı ve "Sizi karşıma Allah çıkardı." dedi.
Bu sözler profesörü çok şaşırtmıştı.
"Uzun yıllar beni mi aradınız? Peki ama neden?" dedi.
Selim Bey gülen gözlerle profesöre bakarak "Bizdeki emanetinizi vermek için...
" deyince, profesörün şaşkınlığı iyiden iyiye arttı.
"Emanet mi?" dedi.
Selim Bey cevap vermeden yerine geçip telefonu çevirdi.
Karşısındakine "Gelebilir misiniz?" deyip telefonu kapattı.
Mehmet Bey, şaşkın gözlerle Selim Beye bakarken kapı çalındı, odaya iyi giyimli bir bey girdi.
Selim Bey ona yanına gelmesini işaret etti, sonra kulağına bir şeyler fısıldadı.
Gelen kişi bir şey söylemeden geldiği kapıya yöneldi.
O çıkarken Selim Bey, misafiriyle tatlı bir sohbete başladı.
Sohbetleri koyulaştıkça, çehrelerindeki şaşkınlık, yerini birbirlerine hasret kırk yıllık ahbapların yeniden buluşmalarındaki sevinç, samimiyet ve güvene bırakmıştı.
Mehmet Bey yurt dışındaki tahsilinden, araştırmalarından ve yirmi üç yıl boyunca her yıl büyüyen memleket hasretinden bahsetti.
Sonra Nazif Beyin duvardaki portresini göstererek, "Bu günlerimi şu büyük insana borçluyum." dedi.
"Bana yalnızca maddî destek vermedi, mânen de beni hiç yalnız bırakmadı.
Yurt dışında tahsil görürken yanlışa her yeltendiğimde hayalen yanımda hazır oldu.
'Sana bunun için burs vermedim.' diyerek bana istikamet verdi.
Ona her namazımda dua ediyorum.
" dedi ve gözlerini Nazif Beyin duvardaki fotografına mıhladı.
Sonra gözleri portrenin altındaki ilk anda mânâ veremediği diğer tabloya kaydı.
Son derece şık bir çerçevenin içinde, bazı yerleri yamalı ve tamir görmüş oldukça eski bir çift çorap duruyordu.
Biraz daha dikkatli baktığında çerçevede bazı cümlelerin de sıralandığını fark etti:
"Bir müddet zeytin yiyeceğiz, sonra...
Selim Bey, kendisine bir soru sorduğu için başını ona çevirdi; fakat aklı tabloda kalmıştı.
Selim Beye cevap verirken tabloya bir daha baktı.
İkinci cümle de birinci cümle gibi üç nokta ile bitiyordu:
Bir müddet sabredecez sonra...
İyice meraklanmıştı. Bu ilk görüşmeleri olmasaydı, yanına gidip tabloyu iyice inceleyecekti; fakat bu uygun düşmez, düşüncesiyle yalnızca sohbet arasında göz ucuyla merakını gidermeye çalışıyordu.
Ancak her seferinde biraz daha artan bir merakın içinde kalıyordu.
Üçüncü cümlede:
"Bir müddet yürüyeceğiz, sonra...
diye yazıyor ve altta böyle birkaç cümle daha sıralanıyordu.
Artık aklı hep tablodaydı.
Sonunda dayanamayıp, "Selim Bey merakımı mazur görün.
Şu tabloya bir mânâ veremedim.
"Selim Bey kendisine has bir gülüş ile misafirine baktı, derin bir nefes alarak:
"Malumunuz, babam varlıklı bir insandı.
Oldukça iyi bir hayatımız vardı.
Sonra ne olduysa her şeyimizi kaybettik.
O zenginlikten geriye hiçbir şey kalmadı.
Köşkümüzdeki hizmetçiler de gitti.
Yemekleri artık annem yapıyordu.
Hatırlıyorum da bir sabah, kahvaltıya sadece zeytin koyabilmişti.
O zengin kahvaltılarımıza bedel, yalnızca zeytin...
Şaşkınlık içinde, 'Başka bir şey yok mu?'
diye sormuştum.
Bu soru karşısında annemin hüngür hüngür ağlayışı gözümün önünden hiç gitmiyor.
Annemin ağlayışına mukabil babam:
'Bir müddet zeytin yiyeceğiz, sonra...
' dedi ve durdu, güçlü bakışlarını üzerimizde gezdirdi, 'Alışacağız.' dedi.
Ve iştahla bir zeytin alıp ağzına attı.
Birkaç gün sonra haciz memurları gelip köşkümüzü de elimizden aldılar.
Kenar bir mahallede küçük, eski bir eve taşındık.
Doğru dürüst bir eşyamız da kalmamıştı.
Annem bezgin bir sesle:
'Bu evde hiçbir şey yok!
Burada nasıl yaşayacağız.' diye haykırdı.
Bunun üzerine babam:
'Bir müddet sabredeceğiz, sonra alışacağız.
' dedi . Gittiğim özel okuldan ayrılmış, bir devlet okuluna yazılmıştım.
Sabahleyin okula servisle gitmeyi umarken, babam elimden tuttu,
'Bu ilk günün, okula beraber gideceğiz.' dedi. Yürümeye başladık.
Okul oldukça uzak gelmişti bana, yorulup geride kaldığımı hatırlıyorum.
Babam kim bilir hangi düşüncelere dalmıştı.
Geride kaldığımı fark etmemişti.
Biraz sonra fark edince bana döndü.
İsyan dolu bakışlarımı yüzünde gezdirdim.
Bir an bana ızdırapla baktıktan sonra, yanıma geldi.
Bir şey söylemesine fırsat vermeden, kızgın aynı zamanda nazlı bir tavırla, 'Yoruldum.' dedim. Babam oldukça sakin bir şekilde:
'Bir müddet yürüyeceğiz, sonra alışacağız.
' dedi.Babam her sabah erkenden çıkıyor, geç saatlerde ancak dönüyordu.
Döndüğünde ise küçük odaya çekiliyor, bazen saatlerce orada kalıyordu.
Çoğu zaman buradan gözyaşları içerisinde çıktığını görüyordum.
Bir gün, merakıma yenilip babamın küçük odasına girdim.
Yerde bir seccade, seccadenin üzerinde de bir tespih vardı.
Duvarda ise Arapça bir ibarenin altında şu yazı vardı:
ALLAH borcunu ödeme niyetinde olana kefildir..
Babamın dediği gibi oldu, zor da olsa zamanla alıştık.
Bu hal birkaç yıl sürdü. Bir gün babam eve çok farklı bir yüz ifadesiyle geldi.
Ağlamaklı bir yüz ifadesi vardı.
Her birimize bir paket getirmişti.
Köşkten ayrıldığımız günden beri ilk defa paketlerle eve geliyordu.
Bizi bir araya topladı.
'Bugün, benim için ne mânâya geliyor biliyor musunuz?'
dedi, kelimeleri boğazına düğümlendi, gözlerine yaşlar hücum etti.
Sözlerini kesmek zorunda kaldı.
Her birimize hediyelerimizi teker teker verdi ve bizi ayrı ayrı kucaklayıp yanaklarımızdan öptü, kendisi de bir koltuğa o turdu.
Cebinden gazeteye sarılı bir şey çıkardı.
O sırada da ağlıyordu.
Hepimiz şaşkınlık içinde babama bakıyorduk.
Gazeteyi açtı, içinden bir çift yeni çorap çıkardı.
Bu gözyaşlarıyla, bir çift çorabın alâkasını kurmaya çalışırken babam, beklemediğimiz bir şey yaptı.
Çorabı burnuna götürdü, kokladı, kokladı.
Arkasından hıçkırarak ağlamaya başladı.
Hepimiz şok olmuştuk, tek kelime bile söylemeden bekledik.
Babam nihayet kendisini topladı ve 'Bir zaman önce, büyük bir borcun altına girmiştim. Borcumu ödeme niyetiyle yeniden çalışmaya başladığım zaman kendi kendime 'bütün kazancım, borçlarımı ödeyinceye kadar alacaklılarımın hakkıdır.
Onların hakkını vermeden ayağıma bir çorap almak bile bana haram olsun.' demiştim.
Bugün ise, Allah'ın yardımıyla, borcumu bitirdim.
Artık kimseye tek kuruş borcum kalmadı.
" dedi.
Sonra gözyaşları içinde ayağındaki çorapları çıkarıp yeni çoraplarını giydi.
Ben de o eski çorapları hem aziz bir baba yadigârı, hem de bir ibret nişanesi olarak sakladım.
Bu çoraplar her gün bana:
'Paralarını ödeyinceye kadar bütün kazancım alacaklılarının hakkıdır.' diyor
".Selim Beyin bakışları bilinmez âlemlere dalarken o, nemlenen gözlerini kuruladı, sonra dönüp duvardaki siyah-beyaz fotografa hayran hayran baktı.
"Babanız sandığımdan da büyükmüş Selim Bey.
Ben olsaydım öyle müreffeh bir hayattan sonra anlattığınız gibi bir darlıkta, herhalde çıldırırdım.
" Selim Beye döndü ve "Siz ne yapardınız?
" diye sordu.
Selim Bey kendisine has tebessümü ile:
"Bir müddet zeytin yerdim, sonra...
" dedi ve gülümsedi.
O sırada kapı çalındı, biraz önceki beyefendi elinde bir kutuyla içeriye girdi.
Kutuyu Selim Beyin masasına bırakıp çıktı.
Selim Bey yerinden kalkıp kutuyu alarak Mehmet Beye uzattı.
'Buyurun, yıllarca size vermek istediğimiz emanetiniz.'
dedi. Mehmet Bey bilinmez duygular içerisinde kutuyu açtı.
İçinden kadife bir kese çıktı.
Keseyi açıp içini kutuya boşalttığında merakı iyiden iyiye arttı.
Keseden birkaç tane cumhuriyet altını ile bir not çıkmıştı.
Mehmet Bey hassasiyetle katlanmış kâğıdı açıp okumaya başladı.
Sevgili Mehmet Bey oğlum,Bazen istediğimizi yaparız, çoğu zaman da mecbur olduğumuzu... Tahsil hayatınız boyunca size burs vermeyi taahhüt etmiştim.
Ancak eğitiminizin son altı ayında size burs verme imkânını bulamadım.
Bir müddet sonra imkânlarıma yeniden kavuştum; lâkin bu sefer de size ulaşamadım.
Dolayısıyla size borçlandım ve borçlu kaldım.
Eğer böyle bir borcu gözyaşı ve ızdırapla ödemek mümkün olsaydı, ben bu borcu fazlasıyla ödemiş olurdum.
Zira sevgili oğlum, bu altı aylık zaman diliminde bursunu verememenin ızdırabıyla kaç gece ağladım onu Rabb'im bilir.
Her neyse, bursunuzu tarihlerindeki değeriyle altına çevirdim.
Bu altınlar sizindir.
Bunlar elinize ulaştığında, borçlarımın tamamını ödemiş olacağım.
Sevgilerimle, Nazif Cebeci.
Mehmet Bey neye uğradığını şaşırmıştı. Bu büyük insanın yüceliği karşısında bir çocuk gibi yalnızca ağlıyor, ağlıyordu. Selim Bey de bir hayli duygulanmıştı.
Onun da yanaklarından yaşlar süzülüyordu. Bir ara yaşlı gözlerle babasının siyah-beyaz portresine baktı.
Kendisine yıllarca hüzünle bakan gözleri, bu sefer sevinçle bakıyor gibiydi